15 Şubat 2011 Salı

Başkent Üniversitesi A.Ş.

Kemal İnal'ın Birgün Gazetesi'nde 15.02.2011 tarihinde yayımlanmış çok güzel bir yazısı... Okumak, gerçeklerin farkına varmak gerek...

Geçtiğimiz hafta basında tuhaf bir haber vardı. Ele geçirilen bir belgeye dayalı bu haber, Ankara’da kurulu Başkent Üniversitesine ilişkindi. Başkent, Özel Vakıf Üniversitesi. Habere göre üniversiteden Mehmet Haberal’ın (üniversitenin sahibi, kurucusu ve rektörü) şirketlerine para kaynağı transferi yapılmış. Aslında bu yasadışı bir işlem, çünkü ilgili yasaya göre vakıf üniversiteleri şirketler gibi kâr amacı güdemezler ve buradan şirketlere hiçbir şekilde para ve diğer maddi kaynaklar aktarılamaz. Ama belgeye konu soruşturmaya göre aktarılmış. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bu yasa dışı para transferi nedeniyle Başkent Üniversitesinin, hamisi olan Gazi Üniversitesine devrini istemiş YÖK’ten. Yasalar, özel vakıf üniversiteleri suç işlediği taktirde bunların hamisi olan kamu üniversitelerine devrini öngörüyor. Yani özel üniversitenin kamulaştırılmasını.

Bir başka suç ise Haberal’ın, devlet tarafından kendisine “al da üstüne üniversite yap” diye verilen arazilerde kendi şirketlerinin faaliyetleri için yer açması. Yani üniversitede çeşitli yolsuzluklar var. Yolsuzluklardan biri de, Haberal’ın maaşını 10 bin TL olarak beyan ederken 112 TL maaş alması. Burada Haberal’ın üniversiteden, yöneticisi olduğu şirketlerden ve kira gelirlerinden olmak üzere üç farklı geliri kaynağı olduğunu öğreniyoruz. Ama ana kaynak, üniversite.

Haberi tuhaf kılan şey, YÖK’ün “yok böyle bir şey” demesiydi. Oysa bir-iki gün sonra olduğunu kabul etti, çünkü basın belgeyi göstermişti. Yani başsavcılık durumdan YÖK’ü haberdar ediyor, ancak YÖK böyle bir bilgilendirmenin olmadığını söylüyordu ki, pes doğrusu! Oysa üniversite mensupları bilir ki, özel vakıf üniversitelerinin birçoğu şirketlerine bu türden para transferleri yapar. Neden? Çünkü Türkiye’deki özel vakıf üniversitelerinin eğitim, toplum kalkınması, insana yatırım, bilimin ilerlemesi, insan yetiştirme gibi bir derdi yoktur, hiç olmamıştır da. Zira özel vakıf üniversiteleri, neoliberal eğitim yasalarının en ağır şekilde işlediği eğitim kurumlarıdır: Bu üniversitelerde ya proje kapar, kuruma öğrenci çekecek işler yaparsın ya da sana güle güle denir. Bu üniversiteler tümüyle piyasaya bağımlıdır. Mesela Başkent üniversitesinde sosyoloji, felsefe, psikoloji, antropoloji gibi bilim dalları yoktur, çünkü bu bilim dallarının piyasada karşılıkları yoktur. Öğrencilere piyasaya doğrudan hitap eden işletme, halkla ilişkiler ve tanıtım, pazarlama, reklamcılık, endüstriyel tasarım, sahne sanatları gibi bilim dalı olmayan kapitalist temalı piyasa alanlarının bilgisi öğretilir. Bu bilgilerde toplumsallık diye bir şey yoktur, tümüyle birey odaklı bir yaklaşım söz konusudur. Öğrenci, bu üniversitelerde topluma değil, piyasaya hazırlanır.

Peki, her geçen gün neden özel vakıf üniversiteleri sayısı artmaktadır. Kâr, kazanç, şirketlere para aktarma, üniversite üzerinden statü kazanma ya da statüsünü pekiştirme vs. önemli nedenler. Ama asıl önemlisi, özel üniversitelerin, bugüne kadar (1987’de Bilkent’in kuruluşundan bu yana) gelen tüm hükümetlerden onay alması. Özel eğitim kurumlarının (üniversite, okul, dershane, kurs) artışı, etkinliği, yaygınlığı, bilinirliği artırılarak “kamusal eğitim”in çökertilmesi amaçlanmıştır. Bu misyon günümüzde büyük ölçüde yerine getirilmiştir. Bugün artık, özel eğitim kurumlarının yedeğine çekilen kamusal eğitim, devlet tarafından kurtulması gereken yük, kambur, kara delik vs. olarak görülmektedir. Türk sanayici, işadamı, tüccar, rantiye vs’nin bu alana bunca yatırım yapmasının en önemli nedeni, devlet tarafından vergi muafiyeti, düşük bedelli arsa tahsisi, ucuz işgücü, nakdi devlet yardımı ile kolaylaştırılmasında aramak gerekir. Bugün artık özel vakıf üniversiteleri gibi devlet üniversiteleri de paralıdır. Sadece harç parası değil söz konusu olan; okula kayıt ücreti, kimlik parası, transkript ve diploma parası gibi daha bir dolu harcama kalemi vardır. Üniversiteler, özellikle hastanesi olanlar, döner sermaye gelirleri ile büyük bir şirkete dönüşmüştür. Bu nedenle her dönem rektörlük seçimleri kıran kırana geçmektedir. Çoğu kamu üniversitesinin rektörlük birimlerinin mahkemeler ve YÖK tarafından bu derece soruşturmaya uğramasının nedeni, üniversitelerin bu sorunlu neoliberal yapısıdır. Bu maddi güç, rektör ve yardımcılarına bir dükalık gibi davranma avantajı sağlamaktadır.

Başkent Üniversitesi, hamisi Gazi Üniversitesinin uzun yıllar boyunca arka çiftliği gibiydi. Öğrencilerden alınan binlerce dolar kayıt parası ile Gazi’den kaçan “emekliyen” öğretim üyelerine 7-8 bin liraya varan maaşlar verilmesini acaba nasıl değerlendirmek lazım. İki şekilde: Bir, kamu üniversitelerini işgücü bakımından aşındırmak; ikincisi de, öğretim üyelerini şirket ve piyasaların adamı yapmak. Böyle böyle öğretim üyelerini halkın çıkar ve sorunlarından kopardılar. Glinen noktada Başkent Üniversitesi öğretim üyelerine sormak lazım: Mehmet Haberal’ın nutuklarını her allahın günü oturduğunuz koltuklardan dinlerken bu para transferlerinin yapıldığını hiç mi duymadınız? Duysaydınız ne olurdu ki?!

Üniversiteler eskiden ‘fildişi kulesi’ diye eleştirilirdi. Şimdi içinde bir de ‘üç maymun’u oynamak farz oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder