15 Şubat 2011 Salı

Başkent Üniversitesi A.Ş.

Kemal İnal'ın Birgün Gazetesi'nde 15.02.2011 tarihinde yayımlanmış çok güzel bir yazısı... Okumak, gerçeklerin farkına varmak gerek...

Geçtiğimiz hafta basında tuhaf bir haber vardı. Ele geçirilen bir belgeye dayalı bu haber, Ankara’da kurulu Başkent Üniversitesine ilişkindi. Başkent, Özel Vakıf Üniversitesi. Habere göre üniversiteden Mehmet Haberal’ın (üniversitenin sahibi, kurucusu ve rektörü) şirketlerine para kaynağı transferi yapılmış. Aslında bu yasadışı bir işlem, çünkü ilgili yasaya göre vakıf üniversiteleri şirketler gibi kâr amacı güdemezler ve buradan şirketlere hiçbir şekilde para ve diğer maddi kaynaklar aktarılamaz. Ama belgeye konu soruşturmaya göre aktarılmış. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bu yasa dışı para transferi nedeniyle Başkent Üniversitesinin, hamisi olan Gazi Üniversitesine devrini istemiş YÖK’ten. Yasalar, özel vakıf üniversiteleri suç işlediği taktirde bunların hamisi olan kamu üniversitelerine devrini öngörüyor. Yani özel üniversitenin kamulaştırılmasını.

Bir başka suç ise Haberal’ın, devlet tarafından kendisine “al da üstüne üniversite yap” diye verilen arazilerde kendi şirketlerinin faaliyetleri için yer açması. Yani üniversitede çeşitli yolsuzluklar var. Yolsuzluklardan biri de, Haberal’ın maaşını 10 bin TL olarak beyan ederken 112 TL maaş alması. Burada Haberal’ın üniversiteden, yöneticisi olduğu şirketlerden ve kira gelirlerinden olmak üzere üç farklı geliri kaynağı olduğunu öğreniyoruz. Ama ana kaynak, üniversite.

Haberi tuhaf kılan şey, YÖK’ün “yok böyle bir şey” demesiydi. Oysa bir-iki gün sonra olduğunu kabul etti, çünkü basın belgeyi göstermişti. Yani başsavcılık durumdan YÖK’ü haberdar ediyor, ancak YÖK böyle bir bilgilendirmenin olmadığını söylüyordu ki, pes doğrusu! Oysa üniversite mensupları bilir ki, özel vakıf üniversitelerinin birçoğu şirketlerine bu türden para transferleri yapar. Neden? Çünkü Türkiye’deki özel vakıf üniversitelerinin eğitim, toplum kalkınması, insana yatırım, bilimin ilerlemesi, insan yetiştirme gibi bir derdi yoktur, hiç olmamıştır da. Zira özel vakıf üniversiteleri, neoliberal eğitim yasalarının en ağır şekilde işlediği eğitim kurumlarıdır: Bu üniversitelerde ya proje kapar, kuruma öğrenci çekecek işler yaparsın ya da sana güle güle denir. Bu üniversiteler tümüyle piyasaya bağımlıdır. Mesela Başkent üniversitesinde sosyoloji, felsefe, psikoloji, antropoloji gibi bilim dalları yoktur, çünkü bu bilim dallarının piyasada karşılıkları yoktur. Öğrencilere piyasaya doğrudan hitap eden işletme, halkla ilişkiler ve tanıtım, pazarlama, reklamcılık, endüstriyel tasarım, sahne sanatları gibi bilim dalı olmayan kapitalist temalı piyasa alanlarının bilgisi öğretilir. Bu bilgilerde toplumsallık diye bir şey yoktur, tümüyle birey odaklı bir yaklaşım söz konusudur. Öğrenci, bu üniversitelerde topluma değil, piyasaya hazırlanır.

Peki, her geçen gün neden özel vakıf üniversiteleri sayısı artmaktadır. Kâr, kazanç, şirketlere para aktarma, üniversite üzerinden statü kazanma ya da statüsünü pekiştirme vs. önemli nedenler. Ama asıl önemlisi, özel üniversitelerin, bugüne kadar (1987’de Bilkent’in kuruluşundan bu yana) gelen tüm hükümetlerden onay alması. Özel eğitim kurumlarının (üniversite, okul, dershane, kurs) artışı, etkinliği, yaygınlığı, bilinirliği artırılarak “kamusal eğitim”in çökertilmesi amaçlanmıştır. Bu misyon günümüzde büyük ölçüde yerine getirilmiştir. Bugün artık, özel eğitim kurumlarının yedeğine çekilen kamusal eğitim, devlet tarafından kurtulması gereken yük, kambur, kara delik vs. olarak görülmektedir. Türk sanayici, işadamı, tüccar, rantiye vs’nin bu alana bunca yatırım yapmasının en önemli nedeni, devlet tarafından vergi muafiyeti, düşük bedelli arsa tahsisi, ucuz işgücü, nakdi devlet yardımı ile kolaylaştırılmasında aramak gerekir. Bugün artık özel vakıf üniversiteleri gibi devlet üniversiteleri de paralıdır. Sadece harç parası değil söz konusu olan; okula kayıt ücreti, kimlik parası, transkript ve diploma parası gibi daha bir dolu harcama kalemi vardır. Üniversiteler, özellikle hastanesi olanlar, döner sermaye gelirleri ile büyük bir şirkete dönüşmüştür. Bu nedenle her dönem rektörlük seçimleri kıran kırana geçmektedir. Çoğu kamu üniversitesinin rektörlük birimlerinin mahkemeler ve YÖK tarafından bu derece soruşturmaya uğramasının nedeni, üniversitelerin bu sorunlu neoliberal yapısıdır. Bu maddi güç, rektör ve yardımcılarına bir dükalık gibi davranma avantajı sağlamaktadır.

Başkent Üniversitesi, hamisi Gazi Üniversitesinin uzun yıllar boyunca arka çiftliği gibiydi. Öğrencilerden alınan binlerce dolar kayıt parası ile Gazi’den kaçan “emekliyen” öğretim üyelerine 7-8 bin liraya varan maaşlar verilmesini acaba nasıl değerlendirmek lazım. İki şekilde: Bir, kamu üniversitelerini işgücü bakımından aşındırmak; ikincisi de, öğretim üyelerini şirket ve piyasaların adamı yapmak. Böyle böyle öğretim üyelerini halkın çıkar ve sorunlarından kopardılar. Glinen noktada Başkent Üniversitesi öğretim üyelerine sormak lazım: Mehmet Haberal’ın nutuklarını her allahın günü oturduğunuz koltuklardan dinlerken bu para transferlerinin yapıldığını hiç mi duymadınız? Duysaydınız ne olurdu ki?!

Üniversiteler eskiden ‘fildişi kulesi’ diye eleştirilirdi. Şimdi içinde bir de ‘üç maymun’u oynamak farz oldu.

14 Şubat 2011 Pazartesi

O zaman örgütlen!


Peki ne yapacağız, gördüğümüz her haksızlığa karşı örgütlenip haklarımızı arayacağız. Belki bir dilekçe ile, belki yüzyüze görüşerek, gerekirse sivil itaatsizliğe başvurup yasaları çiğneyerek.(Yasalar toplumun uyması gereken kurallar bütünüdür ama eğer toplum bunu isteyerek kendi hür iradesiyle,kardeşçe bir yaşam için belirlediyse; yoksa beni tanımayan, beni duymayan bir yasa, yasa mıdır? Yoksa dikta rejiminin bir göstergesi, insanlık onuruma bir hakaret midir? )

BİZLER, ŞİDDETE BAŞVURMADAN OMUZ OMUZA VERİP ÜNİVERSİTELERİMİZİ ÖZGÜRLEŞTİRECEĞİZ, BAĞIMSIZLAŞTIRACAĞIZ, KAMULAŞTIRACAĞIZ!!!

Sesimizi yükseltmeye, TALEPlerimizi dile getirmeye, haklarımızı aramaya var mısınız?

Evet diyorsanız;
Bu metni yaygınlaştırın ve içerisine taleplerinizi,uğramış olduğunuz haksızlıkları, karşılaştığınız zorlukları da yazmayı unutmayın
.
Hayır diyorsanız da;

Evrenimizin bir parçası olan ve her daim saygı duyduğumuz fakat düşünemeyen, ottan böcekten ne farkınızın olduğunu bir düşünün. Aaa pardon siz zaten düşünemiyor, ot gelmiş ot gitmeyi kabul ediyordunuz. OOOpsss...

Benden,senden,ondan... "Biz"den
(bölüm 3)

Haksızlığa ses çıkar

Üniversite tam Türkçe manasıyla "evrenkent" demektir. Evrensel bilgi paylaşımını, evrensel düşünceyi, aklın üstünlüğünü, körelmiş zihinlerin sağır olmuş kulakların kendini bulduğu, fikir üreten; toplumundan bağımsız ilerleyemeyen düşünen her insan gibi haksızlığa,sömürüye,eşitsizliğe,ayrımcılığa ses çıkarmanın yeridir

Hem okurum, hem yazarım hem de gerekirse susmaz ve isyan ederim diyebileceğim belki de yegane yerdir.

Dışarıda, beni bilmediğim bir gelecek, bir daha dönüp düzeltmeye fırsat bulamayacağım bir dünya bekliyor. Haklarımı istemeyi öğrenemezsem, susup oturmayı öğrenirsem patron maaşımı vermediğinde ne yapacağım? Çocuğum okula giderken, müdürü keyfi katkı paylarını isterken ne diyeceğim? Yöneticim benden topladığı paralar ile apartmanıma herhangi bir yatırım yapmadığında ne diyeceğim

Ne zaman konuşacağım ben!? Sonsuza kadar boyun eğip, susacak mıyım?

HAYIR SUSMAYACAĞIM,SUSMAYACAĞIZ
(bölüm 2)

KÜÇÜKTÜK, SEN KÜÇÜKSÜN SUS! DEDILER…

KÜÇÜKTÜK, SEN KÜÇÜKSÜN SUS! DEDILER…
Okula başladık, öğretmenine karşı geliyorsun? Otur yerine! dediler.. Liseye geldik, testini çöz! dedilerÜniversiteye geldik, „burası benim üniversitem, kararları ben veririm sen git okumana bak“ dediler!!!

Doğru, en az sekiz saat çalışırken eve geldiğimizde de varsa çocuk ile uğraşırken POLİTİKA yapabiliriz.

Yoksa, politikayı sadece politikacı olarak adlandırılan kişiler mi yapmalı? Oy verdik, seçtik. Onlar yapmayacak da, bizler mi yapacağız! Onlar o kadar ulu varlıklar ki oturdukları meclis sandalyelerinden tüm ülkeyi görebiliyor; hangi üniversitede, hangi öğrencinin ne isteği var biliyor ve ona göre çözümler üretebiliyorlar. Kamera bile koydular ya bunun için, bir de sivil polislerimiz var içeride. Her daim fikirlerimizi iktidara ve meclise iletip çözüme kavuşturabilmek için. Unutmuşum bu noktayı, unutmuşuz...

Oysa  bize çok farklı tanıttılar  polisleri. Suç işlediğimizde karşılaştığımız, huzuru bozduğumuzda gördüğümüz, hele ki sivil giyimliler ise faili mechul cinayetlerden ajanlara kadar devlete fikirlerimizi iletip bizleri fişleyen kişiler olarak gösterilmişlerdi. Bunca zaman yanılmışız... Onlar bizim iyiliğimiz, temsili demokrasimizi güçlendirmek için varlarmış. Bizi o yüzden izliyorlarmış. Hatta, sırf bu yüzden üniversitelerin sahibi olan rektörlerin öğrencilerden istediği siz mi bu ülkeden hesap soracaksınız gidin işinize bakın tavırları boşuna değilmiş.

Ee çünkü, üniversiteye politika yapmak için değil, okumak için geldik!..

KOCA BİR HAYIR!!!
(bölüm 1)

Yıldız Teknik Üniversitesi'nde muazzam bir savunuculuk örneği

Hep olumsuz şeylerde bahsedecek değiliz ya , biraz da üniversitelerimizde yolunda giden şeylerden bahsedelim istedim. O sebeple bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim . Umarım amacına yaraşır bir yazı olur.

Yer , Yıldız Teknik Üniversitesi , yani okulda afiş astıkları gerekçesiyle 26 öğrencinin okula alınmadığı , günlerce medyada kendine bu haberle yer bulan üniversite . Yıldız Teknik Üniversitesinde kimi bölümlerde 1.öğretimin yanında 2.öğretim ( gece öğretimi ) programı mevcut ve diğer üniversitelerin aksine bu öğretim farkları sadece kağıt üzerinde kalıyor ; çünkü ders kayıtlarında herhangi bir ayrım söz konusu olmuyor , öğrenciler homojen şekilde istedikleri gibi ders seçebiliyorlar ( yani 1.öğretim öğrencisi 2.öğretimden , 2.öğretim öğrencisi de 1.öğretimden kontenjan dahilinde istediği dersi alabiliyor , Türk üniversiteleri içinde sadece Yıldız Teknik’de uygulanan bir sistem ) Bu sistem sayesinde yeri geldiğinde haftada 2-3 günümüzü boşaltabiliyor , alttan almamız gereken dersleri sorun yaşamadan alabiliyor hatta üstten de rahatlıkla ders alabiliyoruz. Yani her haliyle öğrenci dostu bir sistem . 

ÖSS –DGS yada yatay geçiş sayesinde Yıldız’ı kazanan her öğrenci bu hakka sahip oluyor , yani bu hakkı kazanıyor , yani bu bir kazanılmış hak !

Her şey yolunda giderken , tam olarak 25 Kasım 2010 günü makine fakültesine asılan bir yazı , her şeyi tersi yönde değiştirdi. ‘’Yeni ders kayıt sistemi yönergesi ‘’ başlığıyla yazılan yazı da artık homojen ders kayıt sisteminin yürürlülükte olmayacağı ve artık 1.öğretimlerin sadece 1.öğretimden , 2.öğretimlerinde sadece 2.öğretimden ders alabileceği , kesinlikle ve kesinlikle bu öğretimler arasında ders alışverişinin olmayacağı açıklandı. Bu ne demekti ? Artık gün boşaltamayacaktık  , hali hazırdaki ders programının verdiği serbestlikten yararlanarak işe giren ve çalışan , kursa giden , çeşitli gelecek planları yapan öğrenciler fazlasıyla mağdur olacaktı. Ayrıca alttan alınması gereken derslerde çakışma sorunları yaşayacaktık , üstten ders alamayacaktık ve her şeyden öte ‘’ kazanılmış haklarımız’’ elimizden alınacaktı , ne kadar da basit değil mi ?


Yeni ders kayıt sistemini öğrenen bir çok öğrenci , önce okula sonra yeni sistemi çıkaran insanlara sövdükten sonra kendilerini bu sisteme alıştırırken , 2 toplum gönüllüsü genç  haklarının ellerinden alınmasına sessiz kalamadı . Bir şeyler yapılmalıydı , ama neydi ? 2 toplum gönüllüsü genç ilk olarak Yıldız Teknik Üniversitesi rektörü Prof. Dr. İsmail YÜKSEK ile görüştü . Hani bir çok üniversitede rektörle görüşmek mümkün olmuyor ya , işte Yıldız Teknik ‘te sorun yaşamadı bu 2 toplum gönüllüsü genç . Rektörle yapılan görüşmede , ‘’ yeni sisteme karşı bir tepki süreci oluşturulması ‘’ fikri çıktı ortaya , ardından müthiş bir aktivizm süreci başladı . 2 toplum gönüllüsü gencin etrafında örgütlenen 5-6 öğrencinin de desteğiyle , ‘’ yeni sistemin uygulanması durumunda ortaya çıkabilecek sorunlar ve yeni sisteme karşı ön görülen çözüm önerilerinin ‘’ yer aldığı bir metin hazırlandı , okulun muhtelif yerlerine asıldı ve yeni sisteme karşı imza kampanyası başlatıldı. 2 günün sonunda toplanan 560 imza ile birlikte rektörlüğe gidildi , bir kez daha görüşme yapıldı ve ardından yeni sistemin mimarı olan Makine Fakültesi dekanlığına gitti bu gençler.  Toplanan imzalar teslim edildi , sorunlar yeniden dile getirildi , anlayış beklendi dekanlıktan . Alınan sonuç ise ; ‘’ dekanlık olarak yeni sistemde kararlıyız , geri adım atmayacağız ! ‘’

İlk golü yemiştik ama henüz maç bitmemişti. Okulda yeni sisteme karşı olan tepki çığ gibi büyüyordu ,  o halde yeni bir strateji belirlemeliydik. Çıkış noktamız belliydi ; kazanılmış haklar ! Günlerce süren literatür taraması yapıldı , kazanılmış haklar konusunda bize dayanak oluşturabilecek  şeyler araştırdık , Yargıtay’ın Danıştay’ın Anayasa Mahkemesi’nin kazanılmış haklar konusunda aldığı kararlar incelendi , herşey lehimize idi ; o halde karar verildi dava açılacaktı !

Dava için avukatlar araştırılmaya başlandı , nereye nasıl ne amaçla dava açılacağı konusu kesinleştirildi , kazanılmış haklarımızı vermeyecektik , kararlıydık . Dava kararını resmiyete dökmeden Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Dekanlığı ile son bir görüşme yapmaya karar verildi . Yapılan görüşme sonunda fakülte dekanı ile öğrencilerin bir araya geleceği bir toplantı yapılması fikrinde uzlaşıldı. Bu toplantıda dekanı ya ikna edecektik ya da üniversiteye davayı açacaktık.

21 Aralık 2010 Salı günü , makine fakültesi dekanı ve yaklaşık 400 öğrencinin katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda tüm katılımcılara kazanılmış haklar konusunda bize emsal oluşturan dava örnekleri , daha önceki ders programları ve yeni sistemin uygulanması durumunda ortaya çıkacak olan olumsuzlukları anlatan birer föy dağıtıldı . Bir toplum gönüllüsü genç kürsüye çıkıp , son kez yeni sistem konusundaki olumsuzlukları dile getirdi , bundan sonra izlenecek yolu anlattı ve dava fikrini resmen dile getirdi . Ardından fakülte dekanı söz aldı , yeni sistemi anlattı ve bir kez daha dile getirdi ‘’ geri adım atmayacağız ! ‘’

Toplantı bitmişti , herkes kaybettiğimizi düşünüyordu ,yalan yok bizde öyle düşünüyorduk. Dava açmamız lazımdı başka çaremiz kalmadı diyorduk . Ta ki toplanıtdan 2 hafta sonrasında kadar , fakülte dekanlığından bir açıklama yapıldı ve ; ‘’ Yeni ders kayıt sistemine karşı öğrencilerimizin gösterdiği tepkiler tarafımızca değerlendirilmiş ve yeni sistemin bu haliyle uygulanamayacağı anlaşılarak hali hazırda sistemin devamına karar verilmiştir , bu zamana kadar yasal ve demokratik tepki sınırlarını koruyarak kendilerini savunan öğrenci arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz ‘’ denildi .

Yani kazanmıştık. Sürecin ilk gününden bu yana demokratik ve yasal yolların dışına çıkmayan gençler kazanmıştı . Haklarımızı vermemiştik , savunmuştuk kendimizi.


Daha özgür daha demokratik üniversiteler için çabalayan herkese selam olsun.



Halen demokrasiye inancı olan o 2 toplum gönüllüsü gençten biri ;
Başar KAYA

12 Şubat 2011 Cumartesi

Üniversitelerde Özgürlük

2010 Nisan ayında yapacağımız bir etkinlik için ''Erkeklik İstisnai Bir Durumdur'' fotoğraf sergisini de sergilemek istedik. Fotoğrafları bastırmak için, Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığı’na (SKS) giden arkadaşlarımız, fotokopi çektirmek isterken, fotokopiyi çeken görevli, fotoğrafların bazılarının üniversitenin vizyon ve misyonuna uygun olmadığını, yanlış fotoğraflar olduğunu söyledi. Bu fotoğraflar, mini etek giyen erkekler, makyaj yapan erkekler, transeksüeller, uzun eşşek oynayan kadınlar gibi toplumsal cinsiyet rolleri üzerine dikkat çekmek üzere özel olarak çekilmiş fotoğraflardı. Bunlara el koyulduğunu söyleyen SKS'den dönen arkadaşlar, ellerinde kalan fotoğraflarla sergiyi açmışlardı ve durumdan bana da bahsettiler. Bunun üzerine SKS'ye gittim, ve topluluklardan sorumlu biriyle görüştüm. '' Üniversitenin vizyonunu ve misyonunu merak ettiğimi dile getirdim.'' Konuyu anlamış olmalı ki ''onlar nasıl fotoğraflar öyle'' deyince, acaba gerçekten sanattan ne kadar anladığını sordum. Konunun kendisini aştığını ve SKS Başkanı ile görüşmem gerektiğini söyledi. SKS Başkanı, bu fotoğrafları doğru bulmadığını, bunlara el koyduğunu, bana kendi fotoğraflarımızı geri vermeyeceğini söyledi. Ve bunu istediğim yere şikayet edebileceğimi, çok net ve sert bir üslupla söyledi. Bunun üzerine öğrenci topluluklarından sorumlu üniversite rektör yardımcısı ile görüşmek istedim. Hemen beni kabul etti, ve bunun büyük bir sansasyon olduğunu, üniversitenin sanata nasıl sansür koyulabileceğini, hangi çağdaş düşünceyle örtüştüğünü merak ettiğimi, ve olayı basın ile paylaşacağımı dile getirdim. Üniversite rektör yardımcısı, yapılanlara inanmayarak, şok içerisinde beni dinledi ve sanata nasıl bir zihniyetin sansür koyduğunu merak ettiğini söyleyerek SKS Başkanı, yanlış anlaşılma olduğu söyledi. Bunun üzerine rektör yardımcısına teşekkür ederek ayrıldım ve SKS'ye giderek fotoğraflarımızı istedim. SKS Başkanı, bu işin burada bitmediğini söyledi ve ''elbet görüşeceğiz nasılsa'' dedi, ben de ''beni tehdit mi ediyorsunuz?'' diye sorduğumda, ''nasıl anlarsan!'' dedi. Bunun üzerine yine rektör yardımcısına gittim ve sorduğum soru manidardı bence; ''Bir üniversitenin Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığı'nın benim önümü açması ve desteklemesi gerekirken, beni tehdit etmesini nasıl açıklayabileceklerini sorduğum da, rektör yardımcısı yine SKS Başkanı'nı aradı ve yine bir yanlış anlaşılma olduğunu söyledi. Bunun üzerine biz resimlerimizi aldık ve sergimizi istediğimiz gibi sergiledik. 1 hafta sonra rektörü ziyaret ettiğimiz de, odaya girdiğimiz ilk anda rektörün sözü şu oldu; ''Sergi işini hallettik.'' ve konuyu kapatmak istedi. Oradan çıkıp fotoğrafları sergilediğimiz anda ki mutluluğumuz ve haklı gururumuz çok manidardı.

Bu olayı yaşadıktan sonra üzerine çok düşündüm ve bir çok sonuç çıkardım kendime. Üniversitede özgürleşemeyen, düşünceleri hayat bulmayan gençler olarak, önümüze çıkan engelleri, çeşitli bahaneler altında karşımıza sunan en alt biriminden en üst birimine kadar bir çok zihniyetle tartışıyoruz. Peşine gitmediğimizde, doğru adımları atmadığımızda küsüp, katılımımızı sağlayamıyoruz. Bence biz gençler, örgütlenmeli, sesimizi gür çıkarmalı, doğru adımları atmalı ve istediğimizi elde edebileceğimizin farkında olmalıyız. Kendimize olan güvenimiz elbet istediğimizi almamızdaki en büyük enerjimiz ve motivasyonumuz olacaktır.

Erman Demirel
Toplum Gönüllüsü

4 Şubat 2011 Cuma

Özgür ve Demokratik Üniversite Teması Nedir? Nasıl Seçildi?

TOG’un 2011 yılı teması Toplum Gönüllüsü gençler tarafından online katılımla belirlendi.

“Özgür ve Demokratik Üniversite” 2011 yılı boyunca Gençlik Konseyleri’nde tartışacak ve proje, etkinlik, kampanya, toplantı ve araştırmalarla kamuoyunun gündemine getirmek için çaba göstereceğiz.

8 Haziran’da başlayan tema seçim süreci 31 Temmuz’da sona erdi.

Tema seçim süreci bu sene internet üzerinden ve iki aşamalı olarak gerçekleştirildi. 15-21 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen ilk tur oylamada yedi tema önerisi yer aldı. 16 Temmuz itibarıyla en çok oyu alan ilk iki tema önerisi ‘Fırsat Eşitliği’ ve ‘Özgür ve Demokratik Üniversite’ oldu ve ikinci tur oylamaya kaldı.

Örgütlenme temsilcileri 31 Temmuz 23:59’a kadar örgütlenmelerinin tercihini ikinci kez oya çevirdiler. 75 kişinin oy verdiği ikinci aşamada ‘Özgür ve Demokratik Üniversite’ tema önerisi oyların yüzde 60’ını alarak toplum gönüllülerinin yeni teması olarak belirlendi.

Seçilen “Özgür ve Demokratik Üniversite” teması hakkında detaylı bilgi ise şöyle:

ÖZGÜR ve DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE

Temayı Önerenlerin Bilgileri
Örgütlenme KIRIKKALE
Mahmut Orhun CELLEK
orhun_cellek@hotmail.com

Örgütlenme KIRIKKALE
Can GÖKÇE
justeriniandbrooks@yahoo.com

Önerilen Tema Başlığı

ÖZGÜR VE DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE..!

Temanın Amacı
Türkiye’deki gençlik politikalarının bütüncül olmaması ve yükseköğretim kurumlarında; sosyal-kültürel faaliyetlerinin yetersizliği, gençlerin örgütlenmesi önündeki engeller, eğitimle alakalı yetersiz çalışmalar, karar alma mekanizmalarına öğrencilerin sembolik katılımı ve çoğu konuda dışarıda bırakılması, gençlerin üzerine uygulanan katı kurallar ve beraberinde bugün dışarıda bırakılmış bir gençlik profili çizilmektedir. Biz bu tema ile üniversitede gençlerin söz hakkı olmasını ve kendi yaşam alanlarında özgürce hareket edebilme haklarını dile getirmeyi amaçlamaktayız.

Temanın Gerekçesi
Amacımızda belirttiğimiz hususlardan biri ve en önemlisi olan Türkiye’deki gençlik politikalarının bütüncül olmaması, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hazırlanan “Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu; Türkiye’de Gençlik” kısmında belirtilmektedir.

Yüksek öğretim kurumlarında görülen;
Sosyal-Kültürel faaliyetlerin yetersizliği: Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Sabancı Üniversitesi tarafından 2009 yılında yayınlanmış olan, “Üniversite Gençliğinin İhtiyaçları Araştırması” raporunda belirtilmiştir.

Gençlerin Örgütlenmesi önündeki engeller: Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı(TÜSEV) tarafından 2010 yılında yayınlanan, “Türkiye’de Derneklerin Örgütlenme Özgürlüğü Önündeki Engeller” raporunda ve KAOS GL Derneği Tarafından yapılan “Eğitimde Cinsel Kimlik Ayrımcılığına Son” raporunda belirtilmiştir.

Eğitim olgusu üzerine yapılan yetersiz çalışmalar: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hazırlanan “Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu; Türkiye’de Gençlik bölümünde yer almaktadır.

Karar alma mekanizmalarına öğrencilerin sembolik katılımı ve çoğu konuda dışarıda bırakılması: Yüksek Öğretim Kurumu Üniversite Öğrenci Konseyi Yönetmeliği, Bologna Süreci’nin Sosyal Boyutu ve Yüksek Öğretim yönetimine öğrencilerin katılımı.

Gençlerin üzerine uygulanan katı kurallar: Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği.

Tüm bunların yanısıra ülkemizde her dilden, her etnik kimlikten, her inançtan farklı bireyler çeşitli zorluklar yaşamaktadır.

Örneğin;

- Ülkemizde üniversitelere türbanlı öğrencilerin girişine izin verilmemektedir.
- Üniversitelerde sivil toplum kuruluşlarının faaliyetine izin verilmemesi.
- Gençlerin biraraya gelmesi için yeterli fiziki mekanların bulunmayışı.
- Ortak gündem belirleyen öğrencilerin sorumlu akademisyen bulamamaları sonucunda örgütlenememeleri.
- Bu sorunların farkında olan biz gençlerin, sorunların çözümü sürecine yeterince dahil olmaması ya da olamaması..

Önerdiğiniz tema doğrultusunda etkinlikler yapmak topluma, gençlere ve Toplum Gönüllüleri Vakfı’na neler katabilir?

Bu sorunun cevaplandırılmasından önce neden örgütlenmek? Diye kendi kendimize soruyoruz. Toplumun önemli bir kısmında örgütlenme kelimesinin bir önyargı yarattığından dolayı öncelikle bu kelimenin açıklanması gerektiğini düşündük…

Bizce örgütlenmek; Bireylerin ihtiyaçları ve ortak amaçları doğrultusunda biraraya gelmeleridir. Toplum Gönüllüsü gençlerin özgür ve demokratik bir üniversite oluşması ile ilgili talepleri ancak karar vericilerle temasa geçmekle mümkün olacaktır. Kendi yaşam alanlarında üstlendikleri bu sorumluluk toplum gönüllüsü gençlerin aktif yurttaş olma süreçlerine katkı sağlayacaktır.

Toplum Gönüllüleri Vakfı gençlik alanında çalışan 92 örgütlenmesi bulunan yaygın bir sivil toplum örgütüdür.Alternatif Gençlik Haftası gibi büyük bir sivil harekete öncülük etmiş Toplum Gönüllüsü gençler donanımları ve farklı bakış açılarıyla özgür ve demokratik üniversitelerin yaratılması sürecine büyük katkı sağlayacaklardır.

Toplum Gönüllüsü gençler sahada bir çok alanda gençlik projeleri yürütmektedirler. Fakat gençler bu projelerini yaparken, örgütlenmeleri önündeki engelleri aşmakta büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar(TÜSEV nisan 2010 raporu). Diğer taraftan, üniversitelerdeki bilimsel ve sanatsal faaliyetlerin azlığı(ya da yokluğu) tektipçi zihniyetin bir ürünü olup, insanların sanattan ve bilimden kazanacağı evrensel bakıştan uzaklaşmalarını sağlamaktadır.

Gençlerin, kendi haklarını kazanacağı bu süreç, demokrasiye olan inancı arttıracak ve katılımcı demokrasinin yolunda büyük bir yol alınmış olunacaktır.

-Örgütlenmek, farklı insanlarla bir araya gelip farklı fikirler edinmeyi ve ekip çalışmasını mümkün kılacaktır.
-Gençlerin toplumsal faydaya dönüştüreceği projeler, girişimciliğinin önünü açacak, dolayısıyla aktif yurttaşlığı destekleyecektir.
-Üniversite yönetimine katılım, öğrencilerin gözünde daha şeffaf bir üniversite yaratacak ve üniversite yönetimi öğrencilerin gözünde daha meşru bir yapıya kavuşacaktır.

Tüm bunlar aslında Toplum Gönüllüleri Vakfı ilkelerinin derinleşmesi için atılmış adımlar olacaktır.

Tema kapsamında 2011’de ne gibi etkinlikler yapılabilir?

Üniversitelerin örgütlenmeler önünde yarattığı engelleri aşmak için ulusal imza kampanyası (internet üzerinden, TOG ağındaki örgütlenmelerin elinden)

Bilimsel, sanatsal ve katılımın eksikliği konusunda Üniversite öğrenci konseyleri aracılığıyla üniversite Rektörlüklerine etki etmek ve Ulusal Öğrenci Konseyi ile yapılacak görüşmelerle yıl için ortak hareket planı çıkarmak.

Öğrenci Konseyinin yapısının sahaya aktarımı

‘’Bir Kampüs Çiz’’ etkinliği (gençlerin kampüslerini hayal edecekleri bir atölye)

YÖK’e yürüyüş, toplanan imzaların teslimi, taleplerimizi dile getiriş.
YÖK ve Bakanlıklar düzeyinde özgür ve demokratik üniversite talebimizi dile getirmek, karar verici bu kurumlarla sürekli iletişimde olarak bu süreci birlikte şekillendirmek Toplum Gönüllüleri Vakfının sosyal partner olma sürecini destekleyecektir.

Not:Ulusal Öğrenci Konseyi ulusal toplantısını yılda 2 kez yapar.

Temanın sürdürülebilir etkileri nelerdir?
- Gençlerin örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılması sağlanacak.
- Gençler üniversitelerinde karar alma mekanizmalarına dahil olup etkin söz söyleme hakkı elde edebilecek.
- Öğrenim hayatlarından sonra toplumsal sorunlara duyarlı sosyalleşebilen bireyler olabileceklerdir.
- Gençlerin hayatlarına dokunan platformlarda daha demokratik ve özgür paylaşımların yapılabileceği bir alan yaratılabilecektir.
- Birlikte çalışmak, farklılıklara saygı ilkesini destekleyecek bir süreci doğuracaktır. Örgütlenme modelinde cinsiyet eşitliğini ön plana çıkaran Toplum Gönüllüsü gençlerin daha fazla yaygın çalışma alanı bulması, toplumda sorun olarak görülen, anadil hakkı, mezhep ayrımı, ırk ayrımı, toplumsal cinsiyet, LGBTT bireylerin dışlanmaları, heteroseksist yaklaşımlara maruz kalmaları ve nefret cinayetlerine uğramalarına engel oluşturacaktır. (İstanbul Gençliği –STK Üyeliği bir Fark Yaratıyor mu? Gençlik Çalışmaları Birimi Araştırma Raporu No 1 - Şubat 2006)


Bu temayı uygulamak için kaynak geliştirilebilir mi? Geliştirilebilirse nerelerden?

Toplum Gönüllüleri Vakfı gönüllüleri olarak yerel katılımı desteklemek ve yerel kaynakları aktif hale getirmek alışkanlık haline getirdiğimiz bir uygulama,bu alanda kaynak yaratabiliriz.
Özgür ve demokratik üniversiteler yaratmak gibi bir talep ve bu doğrultuda yapacağımız projeler katılımı vurgulayan UNDP ve AB tarafından desteklenebilir.
Bu temanın uygulanması sürecinde iletişim halinde olacağımız YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu),GSGM ve diğer kamu kurumları çalışmalarımızı destekleyebilirler.